Pazar, Temmuz 29, 2007

Film: The Night of the Hunter (1955)



The Night of the Hunter (1955)Y: Charles Laughton O: Robert Mitchum, Shelley Winters

Zengin dullarla evlenip öldürmek suretiyle servetini artıran rahip Harry Powell, hapishanede idama mahkum edilmiş hücre arkadaşı Ben Harper'ın, banka soygunundan elde ettiği ganimetin yerini asla açığa vurmadığını öğrenir. Hapisten çıkınca kısa sürede, hücre arkadaşının köyüne gider, köktenci vaazları ile köy sakinlerinin güvenini kazanıp Harper'ın dul karısı ile evlenir.

Ganimetin yerini bilen sadece Harper'ın oğlu ve kızıdır. İki kardeş, annelerini de öldüren üvey babalarına karşı umutsuz bir kavgaya girişirler.

Çocukların gerçek niyetlerini anlayıp da, bir türlü kimseyi inandıramamaları, gerilimin temelini oluşturuyor. Özellikle erkek olanın tepkileri, bir üvey babayı kabullenememesi olarak yorumlandığı için çocuklar korumasız kalıyorlar. Anneleri olayın farkına vardığında ölüm fermanını imzalamış oluyor; çocuklar da zorlu bir kaçış serüvenine sürükleniyor..

Night of the hunter, imdb'deki puanına göre ilk 250 film sıralamasında yer bulmuş bir suspense başyapıtı. Robert Mitchum, Harry Powell rolünde epey başarılı. Çocuk oyuncular da kesinlikle başrollerinin hakkını veriyorlar. Ünlü aktör Charles Laughton, ilk ve maalesef tek yönetmenlik deneyimi ile hatırlanacak bir film çekmiş.

8 / 10

Film: Bubba Ho-tep (2002)


Bubba Ho-tep (2002)
Y: Don Coscarelli O: Bruce Campbell

Bu film için pek çok şey söylenebilir, ama sıradan olduğunu kimse iddia edemez. Bir bakın hele:

Elvis ölmemiş, ancak bir huzurevinde hastalıklı vaziyette son demlerini yaşamaktadır. Yan odada kalan zenci kendisinin Kennedy olduğunu ve bir komplo sonucu orada bulunduğunu iddia etmektedir. (Komplocular, kimse tanımasın diye bütün vücudunu siyaha boyamışlar.) Elvis, JFK ile birlikte, huzurevinin huzurunu kaçıran ruh-emici mumya Bubba Ho-tep ile ölümüne bir savaşa girişir.

Nasıl?

Filmin referansları en azından benim için epey sağlam:
- Evil Dead serisinin usta oyuncusu Bruce Campbell Elvis'i oynuyor bir kere!
- Film, Joe R. Lansdale'in bir öyküsünden uyarlanmış. Lansdale, bizim pek bilmediğimiz, ama Batman çizgiroman senaristliği, polisiye, fantastik ve korku türündeki yapıtları ile ünlenmiş bir Martial-Arts uzmanı.
- Son olarak, benim merak edip de bir türlü edinemediğim Phantasm serisi yönetmeni Coscarelli'nin elinden çıkma olduğunu ekleyelim.

Bruce Campbell'e yakışır şekilde, korku - mizah oranı iyi tutturulmuş bir film. Son senelerin en yakışıklı fantastik korku filmi.

9 / 10

Film: Thinner (1996)

Thinner (1996)
Y: Tom Holland O: Robert John Burke
Yazar: Stephen King

Thinner, "Falcı" ismi ile dilimizde yayınlanan aynı isimli Stephen King romanından, eli yüzü düzgün bir uyarlama.

Başarılı avukat Billy Halleck, kilo sorunu olan, mutlu bir birliktelik yürüttüğü karısının desteği ile denediği birçok diyette başarısızlığa uğramış biri. Bir gün direksiyon başındaki ihmali ile yaşlı bir çingene kadının ölümüne sebep olduğunda, tanınmış bir avukat olması soruşturmadan kolayca sıyrılmasını sağlar. Ama çingene kadının kocası tarafından başlatılan lanetten değil.

Soruşturmada avukatın suçunu örtbas edenler de birer birer, benzeri lanetlerin kurbanı olurlar. Halleck, her geçen an müthiş bir hızla zayıflamasına yol açan lanetten kurtulmak için çingeneye savaş açar.

Thinner, daha önce dediğim gibi eli-yüzü düzgün Stephen King uyarlamalarından biri. Belki bir çingene laneti hikayesine uyacak bir atmosferden yoksun denebilir; ama olay örgüsünün eksiği, fazlası yok. Öykü son sahnelere kadar sürpriz dönüşler içerebiliyor, her an bir sonrakini tahmin etmeniz mümkün olmayabiliyor. Böylece, iç sıkan bir atmosfere, ani çıkışlara, gore, klostrofobik ortamlar vs. etkenlere ihtiyaç duymadan, rahatlıkla izlenebilen bir korku filmi (belki sadece aksiyon?) olmayı başarıyor.

6 / 10

Film: Kiss Me Deadly (1955)

Kiss Me Deadly (1955)
Y: Robert Aldrich O: Ralph Meeker

Sert adamımız Mike Hammer, yanlış yer ve zamanda bulunmasından ötürü belalı bir işin içinde buluyor kendisini. Arabasına alıp, nedense bir de kolladığı Christina, Hammer'ın tahmin bile edemeyeceği bir sırrın sahibidir; bu yüzden de işkence edilip öldürülür.
Hammer işin peşini bırakmaz. Nihayetinde adeta "Indiana Jones & the Lost Ark" benzeri bir Pandora'nın Kutusu öyküsüne varacak olan bu ilginç öykü, finaline dek tipik bir film-noir gibi gelişiyor.
Hal böyleyken, fantastik bir finale kavuşan film, nasıl başarıyorsa bu finali de izleyiciyi zorlamadan taşımayı başarıyor.
Belki Spillane'i değil ama, Film-Noir'i tanımak ve sevebilmek için iyi bir seçim.

6/10

Cumartesi, Temmuz 28, 2007

Film: The Howling (1981)

The Howling (1981)
Y: Joe Dante

Bir seri katilin kurbanı olmaktan zor kurtulan başarılı TV spikeri Karen White, doktorunun önerisi ile ormanlık bir alanda yerleşik bir kamp niteliğindeki rehabilitasyon merkezine gider. Aslında kampın sakinleri tuhaf bir koloninin üyeleri gibi davranmaktadır. Çok geçmeden Karen, yağmurdan kaçarken doluya tutulduğunun farkına varır.

Joe Dante'yi, Gremlinler ve Piranha'nın yönetmeni olmasından dolayı zaten yakından tanıyoruz. Bu, Piranha'dan hemen sonra , Gremlinler'den hemen önce çektiği, ilk dönem filmlerinden.

Howling, birçok başarısız devam filminden oluşan bir seriyi başlattı. Kurt-Adam filmlerinin çoğunda rastlanmayan, akıcı bir senaryoya sahip. Kurt-Adama dönüşme sahneleri genelde bu tür filmlerin sınıfta kaldığı kısımlardır; ama bunda gayet başarılı. Ateşin kenarındaki kurt-adam sevişme sahnesi de filmin türe orijinal bir katkısı.

Joe Dante'nin üstadı, Efsanevi korku yönetmeni Roger Corman'ın filmde ufak bir rolü olduğunu not düşelim.



6 / 10

Film: Night of the Demon (1957)



Night of the Demon (1957)
Y: Jacques Tourneur

Dr. Holden, Julian Karswell liderliğindeki, tarikatın doğaüstü inançlarını çürütmek üzre bir sempozyum düzenleyecektir. Uçaktan indiğinde, sempozyum lideri Harrington'ın bir cinayete kurban gittiğini öğrenir. Karswell intikamını eski bir laneti kullanarak almaya başlamıştır.
Kısa süre sonra Holden'ın eline, Harrington'ı ölüme sürükleyen lanetin bir benzeri, eski bir parşömen geçer. Parşömen üzerinde runik semboller vardır; bu semboller dev bir canavarı davet eden bir büyüdür. Dr. Holden'ın skeptik inançları kısa sürede çöküyor, ancak Holden duruma uyum sağlamasını bilerek işin içinden sıyrılmayı da başarıyor.

M.R. James'in (1862-1936) bir öyküsünden uyarlanmış bu film. (Acaba James'in hayalet/korku öyküleri dilimize çevrilmiş olabilir mi?)

Siyah beyaz, tedirgin edici sahneleri, gölgelerin kullanımı ile iyi kotarılmış "Night of the Demon" Konusu basit, ama tatminkar. Dönemin doğaüstü korku filmlerinin birçoğunda bu "canavar" sahneleri çok ilkel gözükür, ama bunda epey başarılı olduklarını söyleyebilirim. Canavarın filmde gözükmesini istemeyen yönetmen, yapımcının baskısıyla canavarı izleyiciye göstermek zorunda kalsa da, filmin suspense atmosferini bozmadan kotarıyor bunu.

Korku filmlerinin meraklıları için unutulmuş bir başyapıt...

8 / 10

Film: The Vampire Lovers (1970)


The Vampire Lovers (1970)
Y: Roy Ward Baker O: Ingrid Pitt, Peter Cushing

Hammer klasiklerinden biri değilse de, son dönem Hammer filmlerinin iyilerinden. Peter Cushing'in kısa bir rolü de var, ama filmi esas kurtaran Ingrid Pitt.
Pitt, lezbiyen vampir Marcilla rolünde. Hasta birini ziyarete giden Kontes annesi tarafından, General von Spielsdorf'un (Cushing) evine ricaen misafir olarak bırakılan Marcilla, zamanla çevredeki ölümler ve generalin kızı Laura'nın güçsüz, solgun (ve kansız!) düşmesi nedeniyle vampir avcısı Baron von Hartog'un hedefi haline gelir.

Filmin önemi, 70'lerin cinsel istismar filmleri ile, daha eskilere dayanan vampir filmlerini ilk kez bu filmde (sanıyorum) bir araya getirmeleri. Dolayısıyla daha sonra epey yapımcıya para kazandıracak "lezbiyen vampir" türüne kaynaklık eden film bu.

Bir başka artı puan, Sheridan Le Fanu'nun Carmilla romanından uyarlanması olabilir. Ancak bütün bunlar, filmin daha eski Hammer korku filmlerini aratmasını engellemiyor.

İlle peşine düşmek gerekmez, ama karşılaşıldığında izlenip keyif alınabilir.

5 / 10

Film: Forbidden Planet (1956)

Forbidden Planet (1956)
Y: Fred M. Wilcox O: Walter Pidgeon, Anne Francis, Leslie Nielsen

50'lerin "quintessential" bilimkurgu filmi. Romantizm, komedi, gizem formülü yerinde; bir bilimkurgu altın çağ yapıtı.

Çağlar öncesinde, hayal edemeyeceğimiz bir teknolojiyi üretmiş, ürettiği teknolojinin kurbanı olmuş bir ırktan, Krell ırkından geriye kalanlar; bir grup insanın anlama ve hükmetme hırslarına alet oluyor. Bu üstün teknoloji aynı tehlikeyi yeniden ortaya çıkarıyor.

Yani bir mesajı var; tüketim / teknolojik ve siyasi hırsımıza bir gönderme var. Bir Krell ırkı örneği var; IQ'nun fetiş haline gelmesi var; bütün bunların yanında, babası dışında bir dünyalı ile hiç tanışmamış olan, masumiyetin simgesi bir güzel de eksik değil.

Leslie Nielsen yanıltmasın; ilk rollerinden birinde ve bu film bir Leslie-Nielsen-Filmi değil. Parodi filan sanmıştım, değil. Hatta bir robot filmi dense yeridir; filmdeki (ve afişteki) Robby, sinema tarihinin meşhur robotlarından imiş; filmdeki rolü de hatırı sayılır düzeyde.

Filmi berbat diye niteleyenlerin sayısı da az değil; ama bilimkurgu izleyicisinin atlamaması gereken bir klasik.

8 / 10

Film: The Brain That Wouldn't Die (1962)

The Brain That Wouldn't Die (1962)
Y: Joseph Green
Bir Dr. Frankenstein denemesi. Ölümü yenmek değilse de, vücuttaki her organın nakledilebilmesi ütopyasına kendini kaptırmış, çılgın bir bilim adamı var karşımızda.
Çeşitli başarısız deneylerinden sonra, yeni geliştirdiğ
i "organ nakli enzimini" (her ne haltsa), kötü bir kaza sonrası ancak kafasını kurtarıp canlı tutabildiği kız arkadaşına uygulamak zorundadır. Kızın kafasının bir tas sıvı içerisinde "beni öldürüüüün, öldürün beniiii" yakarışlarına kulak asmaksızın, sevgilisi için yeni bir vücut arayışına girişir. Tabii bir cinayet işlemek sureti ile...

Benzer kendini-tanrı-sayan-densiz-bilimadamı filmleri arasında pek parlak örneklerden biri değil. B-tipi filmleri meraklılarına yine de cazip gelebilir tabii.

4 / 10

Film: Ib Melchior Bilimkurguları

Ib Melchior Bilimkurguları
The Angry Red Planet (1960) - The Time Travelers (1964)

Dün ve bugün Ib Melchior'un iki B-sınıfı bilimkurgu filmini izledim: The Angry Red Planet (1960) ve The Time Travelers (1964)

Eski, nahif, düşük bütçeli bilimkurgulardan hoşlanıyorsanız, Digiturk MGM Movies kanalında ara ara gösterilen bu filmleri şiddetle öneririm.

The Angry Red Planet, Mars'a ilk kez gönderilen insanlı uzay aracındaki ekibin macerasını anlatıyor. İki erkek, bir kadın bilimadamı, bir pilot, ve bir teknisyen. Ekip, abuk subuk ışıklı paneller, voltaj göstergeleri, manyetik teyp cihazları ile süslü mekiklerinde abuk subuk (güya bilimsel) konuşmalar eşliğinde Mars'a varırlar. Çeşitli ne idüğü belirsiz yaratıklarla cebelleştikten sonra bir de Marslılardan fırça yiyip dünyaya dönerler. Tabii hepsi değil: birbirine aşık olan kadın
bilimadamı ile pilot kurtulur sadece.

The Time Travelers'da yine benzer bir ekip, (iki erkek bir kadın bilimadamı ve bir teknisyen) dünyanın farklı zamanlarından görüntüler veren bir ekran üzerinde çalışmaktadır. Zamanı geleceğe ayarlarlar, ve ilginç bir şekilde ekran bir geçite
dönüşür: es kaza zaman makinası icat etmişlerdir! Ancak zaman makinası icat etmiş olmaları, bir grup budala oldukları geerçeğini değiştirmez: ardısıra geçitten geçerler ve kendilerini post-apokaliptik bir dünyada türlü belanın içinde bulurlar.
Red Planet'ta uzay giysisinin üstüne ufacık siyah deri çantalı kadın astronota, Time Travelers'da ise gelecekteki android fabrikasına gülmekten bittim.
Angry Red Planet'taki dev örümceğin, Misfits'in "Walk Among Us" LP'sinin kapağını süslediğini de belirteyim.




Artık böyle güzel filmler çekmiyorlar!..

Film: The Hamiltons (2006)


The Hamiltons (2006)
Y: The Butcher Brothers

The Hamiltons, http://www.horrorfestonline.com/ adresinde detaylı bilgi alabileceğiniz, 8 filmlik bir Horror Fest seçkisinden (8 films to die for) biri.


Anne - babalarını kaybetmiş, 4 kardeşten mütevellit bir amerikan ailesi ile karşı karşıyayız. En gençleri Francis'in gözünden izliyoruz öyküyü. Kısa sürede kardeşlerin özellikle Francis'e acımasız davranışları; ardından ailenin toptan seri katil olduğu gerçeği ile karşılaşıyoruz. Francis'in kardeşlerinin caniliği ile mücadele etmeye karar vereceği anı bekliyoruz. Nitekim Francis bizi yanıltmıyor; ama filmin sonuna saklanan sürprizler de var.

Filmin dehşeti, gündelik Amerikan hayatından hiç de uzak durmadan, pekala yan komşumuz olabilecek bir ailede yaratmayı başarması Butcher Brothers adına bir artı puan. Bir Texas Chainsaw Massacre gösterisi bu; ama çok daha gerçek bir dünyada geçiyor.

Parodi içermeyen, çekinmeden klasik korku filmlerine öykünen; bunun da altından kalkabilen bir film bu.

8 / 10

Film: Unrest (2006)


Unrest (2006)
Y: Jason Todd Ipson

Bir başka After Dark Horrorfest filmi. Hamiltons'dan birkaç gömlek aşağıda.

Aslında ümitvar bir başlangıcı var: Bir grup genç tıp okulunda ilk kadavra çalışmalarını gerçekleştirecekler. Gençlerden biri paranormal becerilere sahip; peşine taktığı bir arkadaşı da var. Profesörleri rasyonel bilim yanlısı; ne güzel, en şık ölüm onunki olacak. Ha, bir de çıldırıp tımarhaneye kapatılmış bir başka genç var, doğal olarak da sırlara büyük ölçüde mazhar. Daha ne beklenebilir ki?

Ama işte birçok filmde tutmuş olan formül bunda işlemiyor. Aztec laneti gereksiz yere filmi bulandırıyor. Filmin sonunda birkaç başarılı gore sahnesi dışında filmin etkisini tamamen üzerinizden atıyorsunuz.

Filmin gerçek cesetler kullanılarak çekildiğini not düşelim.

3 / 10

Film: Wicked Little Things (2006)

Wicked Little Things (2006)
Y: J.S. Cardone


Başta Tobe Hooper tarafından çekileceği duyrulmuş, ancak bu gerçekleşmemiş. Bu da bir After Dark Horrorfest filmi. Bir dul kadın, iki kızı ile beraber kocasından miras kalmış, ama nedense kocasının sağlığında hiç sözünü etmediği, orman içinde bir malikaneye taşınırlar.

Kızlardan teenager olanı çılgın genç arkadaşlar edinmekte zorlanmıyor; belki de ormanlık yerde katledilen gençler klişesine zemin hazırlamak için. Nitekim etrafta ilginç bir dedikodu var; güya eski bir madende işçi olarak çalıştırılırken ölmesine göz yumulan çocuk-zombiler dehşet saçmaktaymış.

Bir de tabii, yalnız yaşayan bir amca var. Bu dedikoduların gerçekliğine yürekten inanmış; başta-korkutucu-gözüken-ama-sonra-kurtarıcı-olan-yarı-deli rolünü üstleniyor. Bir de bu veletlerin ölümünden sorumlu olan bir zengin var ki, vicdan azabı duymadan vahşi öldürülüşünden zevk alalım.

Nitekim hiçbir beklenmedik araz göstermeyen film, kitaptaki her klişeyi başarı ile yerine getirmek suretiyle nihayete eriyor.

Orijinallik aramayıp, beklentiyi de yüksek tutmadıkça, keyif alınabilir.

4 / 10

Film: The Company of Wolves (1984)

The Company of Wolves (1984)
Y: Neil Jordan


We're No Angels, The Crying Game, Interview with the Vampire ve son olarak Breakfast on Pluto ile tanıdığımız Neil Jordan'ın ikinci filmi. Kurt-adam efsanelerini, genç bir kızın ergenlik bunalımıyla, oradan da Kırmızı Başlıklı Kız masalıyla olağanüstü bir biçimde bağlıyor. Bu öyle inandırıcı olmuş ki, tüm kurt-adam folklorünü bu şekilde düşünmek çok doğal geliyor.

Masalsı-düşsel atmosferi ile gore sahnelerin filmin dengesini bozmadan beraberce var olabiliyorlar.

Filmde bir köy var; ormanın kenarında yaşayan yoksul bir köy. Vahşi doğa ile yeri geldiğinde savaşarak varolabilmiş bir köy. Rosaleen köyün fakir ailelerinden birinin kızı. İlkgençliğine adım atmak üzere; babaannesinin ürkütücü öykülerinin etkisinde kalmış bir kız; nihayetinde gerçek bir beyefendi ile karşılaşıyor. Filmin vahşi finaline yaklaştıkça Rosaleen de kendi kaderini çizmek için bir mücadeleye girişiyor.

Kurt-adam filmlerini sevmiyor olabilirsiniz, ama buna bir şans vermenizi hararetle öneririm.

9 / 10

Film: Ladyhawke / 1985

Ladyhawke / 1985
Y: Richard Donner O: Matthew Broderick, Michelle Pfeiffer


Ladyhawke, 80'li yıllardan bir fantastik aşk öyküsü. Öykünün nereye varacağı filan kolayca tahmin edilse de, rahatça izlenen bir film.

Navarre ile Isabau, Isabau'ya uymutsuzca bir aşk ile bağlanan başrahibin "karanlık güçlerle" anlaşarak okuduğu bir lanet ile bağlanmış durumda: Navarre geceleri kurda dönüşürken, Isabau gündüzleri bir şahine dönüşüyor. Navarre lanetin kalkması için başrahibi öldürmek gerektiğini düşünür. Ve bu amacında yardımcı olabilecek olan "Fare" Gaston'u hapisten kaçtığı için kovalayan askerlerden kurtarır.

Filmin görselliğine diyecek yok; ama Alan Parsons'ın müzikleri maalesef *berbat*. Halbuki severim adamı...


Fare Gaston tiplemesi, kaçılamaz denen hapisten kaçmayı başardığı ilk andan itibaren öykünün ana karakterini oluşturuyor. Tanrı'yla diyalogu, uslanmaz hırsız ve yalancı yanı ile sevimli bir karakter. Navarre ve Isabau'nun lanetine tanıklık ediyor. Çiftin kötü kaderlerinin hazırlayıcısı, ömrü pişmanlıkla geçmiş sarhoş rahiple birlikte lanetin bozulmasına çalışıyorlar.

Büyünün yanısıra elbet bir de kılıç var. Bu da demek ki bir "kılıç ve büyü" öyküsü ediyor. Kılıç
Navarre'a soyundan miras kalmış, şanlı bir kılıç. Finalde başrahibin infazı da doğal olarak bu kılıçla gerçekleşiyor.

5 / 10