Pazartesi, Ağustos 13, 2007

Film: The Screaming Skull (1958)

The Screaming Skull (1958)
Y: Alex Nicol

"Bu filmin ana temasını korku oluşturmaktadır."

İsmi Çığlık Atan Kafatası olan bir film için şaşırtıcı değil tabii; yine de film için bu açılış cümlesini uygun görmüşler. Bu kadarla da kalmıyor, korkudan ölürsek cenaze masraflarını karşılamayı da taahhüt ediyor yapımcılar. Bu açıklamanın ardından kapağı açılan bir tabutta da "Reserved for you" yazısını görüyorsunuz. Aman ne hoş...

Konu şöyle: Eric, ilk eşi Mariam'in bir kazaya kurban gitmesinden sonra, Mariam'den miras kalan malikaneye, bir başka zengin kadını, Jenni'yi eş olarak getirir. Jenni psikolojik bir hastalık geçirmiş biridir; nitekim malikanede kısa sürede dehşet verici sahnelere tanık olduğunda hastalığının nüksedip halüsinasyonlar gördüğünden şüphelenir.

Dehşet verici sahne derken, ama uçarak, ama yuvarlanarak insana yaklaşıp bağıran bir kafatasından başka pek birşey yok. Gerçi filmin adı da bu: Screaming Skull; ne bekliyordum ki?

Ecnebilerin "too bad, almost good" dedikleri türden. Kesinlikle izlenmeli.

Salı, Ağustos 07, 2007

Film: The Abandoned (2006)

The Abandoned (2006)
Y: Nacho Cerdà

AfterDark HorrorFest dvd'lerine devam... Abandoned, "8 films to die for" seçkisinden bulabildiklerimin şimdilik sonuncusu. Seri hakkında detaylı bilgiyi http://www.horrorfestonline.com/ adresinden alabilirsiniz.

Abandoned, tanımadığı ailesinin köklerini Rusya'da ararken, cehennemin tam ortasına düşen Anastasia'nın öyküsü. Büyüdüğü evi Rusya'nın ücra köşelerinde ararken, tekinsiz bir mekanda gece vakti yalnız kalıyor. Zira eşlikçisi olan arkadaşta bir stalker karizması olsa da, maçası sıkmadığı için kaçıp gidiyor.

Terkedilmiş evin bulunduğu ormanlık arazinin tek giriş (ve dolayısıyla kaçış) yolu bir köprüdür; yani bir Evil Dead mekanı diyebiliriz. Allahtan Rusya'da insanlara tecavüz eden ağaçlar yetişmiyor. Ama zombi gırla. Bir şey yaptıkları da yok; hiç olmazsa Romero'nun zombileri gibi yamyamlık etseler! Zombilerin fasulyeden oldukları hatun kişimizin gözünden de kaçmıyor: İnsan kendisine tıpatıp benzeyen bir zombiye bu kadar mı duyarsız olur yahu... Bizimki zombileri gördüğü gibi bir-iki bağırıp hemen kadın-rambo havalarına giriyor.

Bu terkedilmiş eve kendisi ile aynı amaçlarla gelen, ikiz kardeşi olduğunu orada öğrendiği Nikolai ile Anastasia, annelerinin kurban gittiği, kendilerinin kurtulduğu bir cinayetin ikinci perdesinin müstakbel kurbanları olduklarını anlamakta gecikmiyorlar.

Cerdà ilk uzun metrajlı filminde ürkütücü bir hava yaratmayı bilmiş, ama biri ona senaryo yazmaktan vazgeçmesini söylese daha iyi olur...

3 / 10

Film: Haunting Sarah (2005)

Haunting Sarah (2005)
Y: Ralph Hemecker

Erica, kızı Sarah, ikiz kardeşi Heather, cibiliyetsiz kocası Edgar ve siyahi hizmetçisi Rosie'den mütevellit bir kadro var filmimizde. Filmin Türkçe başlığında (Sarah ile David) adı anılan David ise Heather'ın ölmüş oğlu; nitekim yandaki resimde gölge karakter olarak görülüyor.

David'in ölümünden sonra Sarah, kuzeninin sesini duymakta, onunla iletişim kurmakta devam ettiğini iddia etmektedir. Kendisine inanan ilk kişi Rosie olur; zaten bu tür batıl inançları olan roller de hep siyahi oyunculara verilir. Rasyonel ve modern sarışın, batıl inançları olan siyahi hizmetçi olayı. Tersini yapsalar inandırıcı olmaz mıydı acep; ne saçma değil mi?

Zamanla David'in dünyaya geri dönmek için Sarah'ya asalaklık ettiği, annesi Heather'ın da arka çıktığı; Erica'nın yeni doğacak bebeğine David'in ruhu için göz koymaları derken, kişiler bu mücadelede saflarını alırlar.

Haunting Sarah, Lisa Grunwald'ın New Year's Eve adlı romanından uyarlanmış bir TV filmi. Bir hayalet hikayesi gibi izlenebilir; ama film bitip de biraz düşündüğünüzde, asla gerçeküstü bir şey ile karşılaşmadığınızı anlıyorsunuz. Bunu takdir ettim; filmin dramatik kurgusuna yakışır bir tavır bu. Ailenin, belki de hiç vuku bulmamış, Sarah'nın kuruntularından ibaret bir hayali kabullenip girdikleri mücadele, ikiz kardeşlerin arasında yaşanan bir çekişme olarak da izlenebilir. Ne de olsa kardeşlerin mutlu olanı evli, sağlıklı bir kız çocuğa sahip, üstelik ikincisine hamile iken, mutsuz olanı, muhtemelen dul, çocuğunu kaybetmiş ve doğurganlığını yitirmiş durumdadır.

Bu şekilde bir alt metne sahip olduğu düşünüldüğünde, asla boş bir film değil, ama daha iyi olabilirdi.

6 / 10

Perşembe, Ağustos 02, 2007

Film: Carrie (2002)

Carrie (2002)
Y: David Carson
Yazar: Stephen King

Evet, Brian De Palma'nın Carrie'si değil bu. Carrie'yi Sissy Spacek değil, Angela Bettis oynuyor. Bir TV filmi olduğu için süresi de uzunca. Böylelikle De Palma'nın filmine göre romana daha sadık kalabilmiş David Carson.

Remake'lerin makus talihi, orijinalleri ile bolca karşılaştırılmaları; ama ben orijinalini izleyeli yıllar olduğu için pek bir fikrim yok. Bu yeni Carrie'nin, Angela Bettis tarafından hakkıyla canlandırıldığını söyleyeyim. Gerçi elleri gergin vaziyette ve titrer durumda ekranda epey bir süre gözüktüğünden, film de ziyadesiyle uzun olduğundan biraz kabak tadı veriyor; ama sonuçta Carrie portresine yakışmış Bettis.

Öyküyü çoğunuz bilirsiniz: ergenlik dönemine biraz geç de olsa geçirdiği ilk adet kanaması ile giren, sınıfın dışlanmış garibanı Carrie, hem annesinin köktenci dindarlığından, hem de kendisiyle sürekli eğlenen okul çevresinden, telekinetik güçleri ile bir kıyamet sahnesi yaratarak intikamını alır. Nokta.

Romanı okumuş veya ilk filmi izlemişseniz, öykünün bu kadar basit olduğunu zaten biliyorsunuz demektir. Hele uzun bir TV filminde Carrie'nin Hulk'a dönüşmesini bekleyerek oyalanmak açıkçası biraz zor. Yine de Carrie'nin denetlenemez gücünün açığa çıkıp, muhtemelen işyerindeki dongozlarla veya eski sevgilinizle özdeşleştirdiğiniz kurban kitlesinin çil yavrusu gibi kaçışmasını izlemek eğlenceli olabiliyor.

4/10

Film: Que la bête meure (1969)

Que la bête meure (1969)
aka: This Man Must Die, The Beast Must Die
Y: Claude Chabrol Yazar: Nicholas Blake

Bizde pek bilinmese de, polisiyenin altın çağının önemli isimlerindendir, Nicholas Blake. Chabrol'ün bu filmine kaynaklık eden The Beast Must Die ise, tüm zamanların en iyi 100 polisiyesinden biri olarak kabul görmüştür.
Blake, Cecil Day-Lewis isimli bir İngiliz şairinin cinai romanlar yazmak için kullanmış olduğu takma isimdi. Şahsını tanımasak da oğlunu biliyoruz: Daniel Day-Lewis.

IMDB'deki bir yorumda, filmin öyküsünün Highsmith'i andırdığı söyleniyor: başkahramanla birlikte planlanmış bir cinayete doğru adım adım ilerliyoruz. Bu gerçekten Highsmith romanlarına yakışacak türden bir öykü. Ama zaten Nicholas Blake'in Highsmith ile tek benzerliği bu değil. Yazarın 58 tarihli A penknife in my heart, Highsmith'in Trendeki Yabancılar'ına tesadüf olamayacak kadar çok benziyordu. Ne var ki yazar, kitabı okumayıp, Hitchcock'un filmini de izlemediğini iddia etmişti.

Filmin başında oğluna çarpıp kaçan şoförü öldürme yemini eden Charles Thenier, biraz da tesadüf eseri, şoförü bulup, bir şekilde dost çevresine girmeyi de başarıyor. Oğlunu öldüren Paul Decourt, bir burjuva çevresine mensup, ancak başkalarının da nefretini haketmiş biridir. Decourt'un oğlu da, Charles ile aynı hayali paylaşmaktadır: Babasını öldürmek.

Chabrol, burjuva çevrelerinde geçen bu tür konulara zaten yabancı değil. Romanı okumadım, ama Chabrol'ün filmi, yönetmenin izlediğim filmleri arasında en iyilerden biri diyebilirim.

8 / 10

Film: Blood And Lace (1971)


Blood And Lace (1971)
Y: Philip S. Gilbert

Freddy Krueger'e esin kaynağı olduğunu düşündüğüm bir film. Eh, bunda da çizgili değilse bile kareli siyah-kırmızı tişörtü olan bir katil var; yüzü yanmış durumda ve öykünün asli karakteri olan hatun kızımızın kabuslarında yer ediyor.
Bu kız, Ellie, kasabanın fahişesinin kızıdır; annesi çekiçle öldürülmek suretiyle feci şekilde can vermiştir. Öldürüldüğü esnada müşterisi olan adamcağız da çekiç darbelerine maruz kalmakla beraber, ölüp ölmediği film boyunca pek belli değildir.
Katil cinayetleri işlemekle yetinmeyip bir de evi yakmış; zavallı Ellie kızımız, pek de sağlam pabuç olmayan bir hükümet gözcüsünün denetimi altında, yine pek tekin olmayan bir kimsesizler yurduna bırakılır.
Film boyunca twist, yani dönüşler oldukça fazla. Esasen bu ufak tefek sürprizler haricinde filmin vaadedeceği fazla bir malzemesi yok. Yine de dönemine göre orijinal olabilmesi, çekildiği yıldan bir on sene sonra başlayacak bir 13. Cuma, Elm Sokağı, bilemediniz Halloween gibi serilere benzer bir yapıda olması vb. açılardan seyre değer.

4 / 10