Pazar, Ekim 28, 2007

McBride: Anybody Here Murder Marty? (2005)

McBride: Anybody Here Murder Marty? (2005)
(McBride: Aranızda Marty'yi Öldüren Var mı?)
Y: Kevin Connor
O: John Larroquette, Marta DuBois, Matt Lutz

Bu bölüm Tune in for Murder'a kurbanın kimliği açısından ziyadesiyle benziyor. Bu sefer bir radyo stüdyosu değil, TV stüdyosundayız. Kurban yine konuklarını rezil ederek prim yapan bir sunucu. Yine tehdit eden biri var, ancak bu sefer küçük düşürülmüş olan bir konuk bu. O günkü programında sevgilisi tarafından en yakın arkadaşı ile boynuzlandığı ifşa edilen genç cinayet yerinde eli kanlı vaziyette yakayı ele verince onu temize çıkarmak da McBride'a düşüyor.

Tabii McBride müvekkilini kurtarırken katili yakalamayı da ihmal etmiyor. İşin içerisinden haklılığı da su götürmez bir intikam öyküsü çıkıyor. Katil de filmde gördüğümüz karakterlerden biri; yani klasik polisiyenin olmazsa olmazlarına da ters düşmeyen bir hafiyelik faaliyetini izliyoruz.

McBride gerçekten, modern CSI benzeri suç dizilerinden sıyrılıp, klasik polisiyeye yakın duran senaryoları ile ilgiyi hakediyor.

6/10

McBride: Tune in for Murder (2005)


McBride: Tune in for Murder (2005)
(McBride: Cinayet Tonu)
Y: Kevin Connor
O: John Larroquette, Marta DuBois, Matt Lutz

Efendim bu sefer bir radyo spikeri öldürülmüştür. Öldürülen spiker, bizim Okan Bayülgen gibi, arayanları aşağılamak gibi bir mizah üreten, her ne hikmetse kitlelerin de arayıp rezil olmaktan vazgeçmedikleri biridir. Sadece işi gereği değil, özel hayatında da kimsenin sevmeyeceği türden ukela bir şahsiyet olan Ron öldürüldüğünde, tam da o gün kendisini tehdit etmiş olan program ortağı Bob'tan şüphelenilir. Nitekim Bob, cinayetten hemen evvel Ron'un evine gitmiş, polise de oradan kaçarken yakalanmıştır.

McBride zor davaları sevdiği için işi alır. Ron'un ölümünde Bob'a düzenlenen komployu açığa çıkarmaya da muvaffak olur.

Öykü ilk başlarda Akba Polisiye Serisinin ilk romanı olan, R.L. Goldman'ın Mikrofonda Cinayet'ini hatırlattı bana. Ama gizemin çözümü Goldman'den ziyade Agatha Christie'yi çağrıştırıyor. İşin içinde bir şantajın olması, bir çok Christie polisiyesindeki gibi, McBride serisinde de cinayet sebebi olarak sıkça kullanılan bir yöntem.

Kısıtlı sayıda şüpheli şahıs, her birinin cinayet için bir sebebi varmış gibi görünmesi; McBride senaryosuna gerçek bir klasik polisiye roman havası veriyor. Başarılı...

7/10

McBride: The Chameleon Murder (2005)











McBride: The Chameleon Murder (2005)
(McBride: Cinayet)
Y: Kevin Connor
O: John Larroquette, Marta DuBois, Matt Lutz

McBride serilerinin bu ikinci bölümü, ilkine göre biraz daha zayıf kalıyor. Bu sefer kurban üç ayrı yerde üç ayrı evlilik yapmış olan, esrarengiz bir kadın. Kadın gece bir kocasının evinden bir başkasınınkine giderken arabasında boğularak öldürülüyor; suçlu olarak da o gece arabasına aldığı otostopçu genç erkek hastabakıcı tutuklanıyor. Bu genç, çalıştığı hastanede herkesçe sevilen yufka yürekli bir şahsiyettir; iş arkadaşlarından biri de onun katil olduğuna inanamadığı için eski tanışı McBride'ı devreye sokar.
McBride'ı epey güç bir dava beklemektedir; zira kadının el çantası, içindeki paralarla birlikte gencin evinde, parmakizleri de arabanın içinde bulunmuştur. Ama çözüm zannedildiği kadar güç olmaz; katilin de mesleği icabı yakayı bu kadar basitçe ele vermesi inandırıcılıktan uzak kaçar.

4/10

McBride: Murder Past Midnight (2005)


McBride: Murder Past Midnight (2005)
Y: Kevin Connor
O: John Larroquette, Marta DuBois, Matt Lutz

Hallmark'ın McBride filmlerinin ilki sanıyorum. Serinin Perry Mason TV dizisine çok şey borçlu olduğu söyleniyor. McBride serisi hakikaten Erle Stanley Gardner'ın meşhur avukatını anımsatıyor. Sanırım esas benzerlik, McBride'ın savunma avukatı olduğu halde detektif gibi çalışması; müvekkillerinin masumiyetini kanıtlarken aynı zamanda gerçek suçluyu da adalete teslim etmesi.
McBride pekala Perry Mason'ı aratmayacak, belki daha da sevimli bir karakter. Yardımcısı Phil Newberry de sevimli bir genç; ama elbette Della Street'in yerini tutmaz!..

Bu ilk bölümde McBride, yardımcısı Phil ile henüz tanışmamış durumda. Zehirlenerek komaya giren yaşlı Craig Harriman'ın genç ve güzel hanımı Claire zan altındadır. Claire'i savcılıkça atanan genç avukat Phil Newberry davayı oldukça başarısız bir şekilde ele alır. Yaşlı zenginin mirasına konmak üzre onu öldürmeye teşebbüs eden genç seksi kadın klişesine herkes inanıyor olsa gerek ki; jüride 12 kişi Claire'i suçlu bulmakta tereddüt etmez. Jüriye çağrılmış olan McBride ise ikna olmamıştır; dolayısıyla dava sonuçsuz kalır.

Dava tekrar açıldığında bu sefer avukat McBride'dır; Phil Newberry de savcılıktan istifa edip kendisini işe alması için McBride'ı ikna eder. Beraberce olayın gizemini yavaş yavaş çözerler.

7/10

Jane Doe: The Harder They Fall (2006)


Jane Doe: The Harder They Fall (2006)
(Jane Doe: Zor Yıkım)
Y: Lea Thompson
O: Lea Thompson, Joe Penny, William R. Moses

Jane Doe'yu oynayan Lea Thompson, bu bölümle birlikte yönetmenlik koltuğunu da devralmış. İlk yönetmenlik denemesi. Serinin de görece eli-yüzü düzgün bölümlerinden biri. Bunun için senaristi kutlamak lazım.

Bir şirketin kötü üne sahip patronu, Melville Horning, yatından denize düştüğünde, onu korumakla görevli eski CSA ajanı Jim Monroe, olay esnasında sarhoş olduğu öne sürülerek işten atılır. Monroe CSA'den de içki bağımlılığı yüzünden atıldığı için kimse bunu garip karşılamaz; hatta eşi tarafından da terkedilir. Melville Horning güya bu tatsız kazadan kurtulmuş; ancak 2 gün sonra (yine boğularak) öldüğü ilan edilir. Monroe bu işin içinde iş olduğunun farkındadır; zira bu iki gün içerisinde Horning'in ortakları şirketteki paylarını satarak haksız kâr elde etmişlerdir. Eski patronu Frank Darnell'den yardım ister; o da elbette Doe'dan...

5 / 10

Film: Jane Doe: The Wrong Face (2005)

Jane Doe: The Wrong Face (2005)
(Jane Doe: Yanlış Yüz)
Y: Mark Griffiths
O: Lea Thompson, Joe Penny, William R. Moses

Yanlış Yüz'e serinin zayıf halkalarından biri desek; diğer halkaların güçlü olduğu yanılgısını verir diye korkuyorum. Diğer bölümler vasat, bu hakikaten kötü diyelim.
Yanlış Yüz'de Yüz kadar Yanlışlık vardır kesin. Bir savcı, bir uyuşturucu dağıtım şebekesinin liderini içeri almış; ancak yüz gerdirme ameliyatından sonra taburcu edilmek üzre olan karısı kaçırılıp kendisine şantaj yapıldığı için, kötü adamlara pabuç bırakıp davayı düşürme noktasına gelmiş.
Olay CSA'e, CSA de kırtasiye işi dışında birşey beceremiyor olsa gerek ki, oradan da bizim Jane Doe'ya aksediyor. Neden bu dava, resmen şantaja maruz kalan savcıdan alınıp başkasına verilmiyor, belirsiz. Savcının karısının kaçırılması da komik: Yerine nedense birini koyuyorlar; nasılsa yüzü sarılı ya... O da kaçmak için nedense bir eve getirilip yüzü açılana dek bekliyor; kaçışı heyecanlı olsun hesabı.
Neyse bizim Jane Doe, kimseden izin almadan kurdun inine giriyor ki, yüreğimiz sıkışsın; son andaki başarı daha bir değerli hale gelsin.

Safsata, ama daha kötüsünü de gördüm. O yüzden:
2/10

Pazartesi, Ekim 15, 2007

Film: Jane Doe: Til Death Do Us Part (2005)


Jane Doe: Til Death Do Us Part (2005)
(Jane Doe: Ölüm Bizi Ayırana Dek)
Y: Armand Mastroianni
O: Lea Thompson, Joe Penny, William R. Moses


Azılı bir İtalyan-Amerikan mafya babası, işlediği cinayeti örgütünden birinin ispiyonlaması üzerine Frank Darnell tarafından yakalanıp hapse atılıyor. Jane Doe filmlerinde genelde alışık olduğumuz üzre, çarpıcı bir giriş: adamın hapisten kurtulma planı... Yani senaryo yine başarılı bir girişle açılıyor; ama maalesef öykünün gidişi aynı başarıya ulaşamıyor.
Doe bu sefer hapisten kaçan Angelini'nin peşine düşüyor. Biraz fazlaca şanslı olmasının, biraz da burnunun dikine giden ukala yaradılışının faydasını görüyor, elbette mutlu sona ulaşıyor. Serinin bu bölümünde, Jane Doe'nun kocasının sandığımız kadar saftirik olmadığını görüyoruz. Bir oyuncak şirketinde bulmaca yapımından görevli sandığı karısını, oyuncak şirketinin patronu sandığı Darnell ile bir arada görünce azıcık ayıkıyor; dolayısıyla öyküye bir de yan-öykü katacak şekilde mızıkmaya başlıyor.
Bu arada Angelini'nin çevresinde, kendisini ispiyonlamaya aday bir çok kişi olduğunu öğreniyoruz; bu bölümün temel bilmecesi de kimin ispiyoncu olduğu zaten. Angelini, herkesin umduğu şekilde ülkeden sıvışmayı erteleyip intikam peşinde koşuyor; finale hava katacak godfather jestlerinin de altından kalkmayı biliyor.
Öykü bir ölçüde sürükleyici, kamera çekimleri bir parça daha göze hoş görünecek cinsten. Lunaparkta öldürülen muhbir mesela...
Jane Doe her zamanki kadar itici; Lea Thompson'ı bu rolü için kutlamak lazım.
4/10

Film: Jane Doe: Now You See It, Now You Don't (2005)

Jane Doe: Now You See It, Now You Don't (2005)
(Jane Doe: Bir Varmış, Bir Yokmuş)
Y: Armand Mastroianni
O: Lea Thompson, Joe Penny, William R. Moses


Şimdi efendim, Hallmark Channel'ın "Jane Doe" diye bir TV filmleri serisi var. Bu Jane Doe, Amerika'nın CSA, yani Central Security Agency'nin Los Angeles departmanında vakt-i zamanında ajanlık yapmış olan Cathy Davis'in takma ismi. Esasen kimliği belirsiz ölü kadınlar için kullanılan bir terim bu. Aynı kimliği belirsiz ölü erkekler için kullanılan "John Doe" gibi.

Buy Cathy Davis, aynı zamanda CSA'in esas adamı Frank Darnell'in de sevgilisi iken, her nasılsa hem adamdan, hem örgütten ayrılıp Jack Davis ile dünya evine girip, üstüne de iki çocuk (biri kız biri erkek) peydahlıyor; Amerikan sit-com'larını aratmayacak mutlu bir aile yuvasına kavuşuyor. Yine de içindeki bilmece çözme merakını yenemeyip, ara ara Darnell'in yardımına koşuyor.

Koskoca CSA, başı her sıkıştığında bu itici derecede özgüvenli kadını yardıma çağırıyor; kadın da her seferinde CSA'in burnunu b.ktan kurtarıyor, egosu şişim şişim şişiyor. Her nasılsa bütün bunlar esnasında kocası ve çocukları birşeyden de şüphelenmiyorlar.

Bu bölümde, ABD bağımsızlık bildirgesi çalınıyor, Frank Darnell bizim hatunu arıyor, Jane Doe da buluyor.

Filmin başı epey vaatkar: sergilenmek üzre Los Angeles müzesine getirilen bildirge, güvenlik görevlilerinin gözleri önünde birden kayıplara karışıyor. Yani bir impossible-crime havası var; hakkını yememek lazım. Ama öykü kolayca çözülüp, basit bir soyguna dönüşünce, filmimizin ne de olsa bir TV polisiyesi olduğunu hatırlıyoruz; üstelik Jane Doe karakterine katlanmak da kolay değil.

Koskoca Amerikan Bağımsızlık Bildirgesi kaybolup da, örgütten ayrılmış ve sabahları çocuklarına kahvaltı hazırlamak, akşamüstleri de onları okuldan almak zorunda olan bir kadına muhtaç olunması, yutulması epey zor bir lokma.

Filmin tek eğlendirici yanı, Jane Doe'nun akıllara kazınmayı hakeden repliği:
"Silahlara inanmam, kendime güvenirim!.."

3/10